Rollo May, hümanizmden etkilenerek varoluşsal psikolojinin önde gelen isimlerinden biri olmuştur. Boşluk duygusunun kökeni nedir? Kişinin kendini bir birey olarak deneyimlemesi ne anlama gelir? Ne istiyoruz – İstediğimizi sandıklarımız, istememiz gerekenler ya da istemeyi istediklerimiz? Özgürlüğü elinden tamamen alınan bir kişiye ne olur? Dünya 3. Dünya savaşının kıyısındayken, insan nasıl olur da kendini gerçekleştirme için gerekli o uzun ve sürekli gelişim sürecinden bahsedebilir?
Kendilerini toplumun beklentilerinin bir aynası olarak gören içi boş insanlar, yakıcı beğenilme arzusuna kapılanlar, içindeki karadeliği yaşadığı yeşil dünyaya genişletenlerin karşısında dünyayı tuvallere ve notalara dökenler, insanın ezelden beridir hiç bitmeyen ve bitmeyecek varoluş mücadelesi, tutsaklığının farkında olunduğu an kaybedilen özgürlüğü geri alma savaşı, kaçan zamanı tutma çabası içinde bir kısır döngüye yakalanmak…
Kendini Arayan İnsan, psikolojiyi sosyolojiye, tarihsel akışı efsanevi mitolojilere bağlıyor. İnsanlığın yalnız olduklarını anlama korkusuna, içinde bulunduğumuz endişe çağında rollerimiz arasında kaybolma tehdidine değiniyor. Benliğin kendine has karmaşıklığını tek bir renge indirgeyen zihniyeti, Albert Camus’un Yabancı’sı, Kafka’nın Dava’sını göstererek benlik bilincinin kaybını anlatıyor. Henüz topraktan çıkan taze bir filiz gibi, bir bebeğin kendisini “biz” olanın bir parçası olarak “ben” diye algılamasını tarif ediyor. Bir kimlik sahibi olabilme çabası içerisinde bağımsızlık mücadelesini veriyor – Goethe’nin Faust’unda her gün yeniden kazanılan bir özgürlük ve kendini seçebilme kararı gibi. Psikolojinin fırtınalı dünyasında kendini değersiz hissedenlerin içlerindeki öfkeyi alıp çevrelerine yansıtarak adeta onları nasıl bir nefret objesine çevirdiğini anlatıyor. Ve cesaret diyor Rollo May, “cesaret, tanıdık ve güvenli olanı bırakabilme gücü demektir”.
Bu kitapta pek çok sanatçının ve etki-yaratan kişinin düşüncelerinden, efsanelerden, mitlerden, hikayelerden esinleniyor. Adeta yalnızca May’in zihnine değil, pek çok zaman Shakespeare, Arthur Miller, George Orwell, Freud, Nietzsche, Marx, Chopin, Michelangelo, Dostoyevski’nin zihnine de dokunuyoruz. Anaerkilliğin temsili olarak Truva savaşında Miken kralı Agamemnon’un oğlu Orestes’in baskın bir anneye karşı mücadelesini, Tanrı’nın belki de görece zalim yüzünü Tanrı’ya karşı itaat edilip cezalandırılan Adem ve Havva’da, Zeus tarafından hapsedilen Prometheus’da, açılan Pandora’nın kutusunda görüyoruz. Rollo May, bu efsanelere psikolojik bir bakış olarak yaratıcılığın, cesaretin ve özgürlüğün rahatlığa ve güvenliğe tercihi olarak yaklaşıyor: Yaratıcılığın ezeli rakibi dogmatik inançlar ve katı gelenekler sunuluyor. Sevgiye bir önsöz olarak ise, olgun bir şekilde sevme ve sevilme yetisini, kişisel gelişimin altın basamağına koyuyor. Bir şeyler yapmaktan ziyade bir şeyler olmanın farkındalığında karar kılıyor.
Varoluşsal Psikolojinin önde gelen isimlerinden Rollo May, psikoterapiyi bir nevi içimizdeki güç ve kaynakları yeniden keşfederek benliğimizin köklerini ortaya çıkaran bir araç olarak görüyor – karanlık, içsel fırtınalara adeta bulutlar ardından çıkan bir ay ışığı misali. İnsanların potansiyellerini kullanmadıklarında kısıtlanarak bireylerini yitirmeleri, olmadıkları biri gibi olma eforlarını yansıtıyor. Rüyadaki ezoterik sembollerin bilinçdışının kendine has dili olması olarak yorumlarsak, psikanalizin de kişinin gerçek potansiyelini çıkarma konusunda yardımcı olabileceğini görebiliriz. Ne de olsa kişinin en cesaretli olduğu an, kendi olabilme cesareti göstermesi değil midir?
“Özgürlük yalnızca bir karara evet ya da hayır demek değildir: kendimizi şekillendirip yaratma gücüdür. Nietzsche’nin deyişiyle özgürlük, asıl olduğumuz şeye dönüşme kapasitesidir.”